TIP DİLİNİN TÜRKÇELEŞMESİ
Öz: Bir milletin bilimleri öğrenirken yapacağı araştırmalarda kendi dili doğrultusunda çalışmalar yapması bu bilimin kalıcılığını ve sürekliliğini artırır. Bu da gelişmiş bir edebiyata ve kapsayıcı bir bilim literatürüne sahip olmasıyla mümkündür. Türk biliminin ve buna bağlı olarak da bilim dilimizin gelişmesi pek kolay olmamıştır. Günümüzde tıp fakültelerimizin büyük bölümünde tıp eğitimi ana dilimiz olan Türkçe ile verilmektedir fakat bu aşamaya gelene kadar ki süreç zorludur. Türk dilinin bu anlamda gelişmesi Osmanlı döneminde gerçekleşmiştir. Bu makalede, Osmanlı döneminde medreselerde verilen tıp eğitiminin Türkçeleşme yolunda hangi aşamalardan geçtiği, II. Mahmut döneminde açılan tıp medreselerinin ve devamında açılan medreselerin gelişim aşamaları, medreselerde verilen tıp eğitiminin Türkçeleşmesi meselesi üzerinde gayret gösteren Şânîzâde Atâullah, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi ve Cemaleddin Efendi gibi Osmanlı aydınlarının çalışmaları açıklanır. Aynı zamanda Osmanlı tıp literatürünün nasıl ortaya çıktığı ve buna bağlı olarak Osmanlı tıp terminolojisinin nasıl etkilendiği, tıp biliminde gerçekleştirdiğimiz tercüme ve telif hareketleri konuları ele alınır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Aydınlarının Tıp Bilimi Üzerine Çalışmaları, Osmanlı Tıp Terminolojisi, Tıp Dilinin Türkçeleşmesi, Tercüme ve Telif Hareketleri
Abstract: The work of a nation in their own language in their research while learning about science increases the permanence and continuity of this science. This is possible with an advanced literature and an inclusive science literature. It has not been easy to develop turkish science and, consequently, our science language. Today, medical education is given in Turkish, our main language for the majority of our medical faculties, but the process until we reach this stage is challenging. The development of the Turkish language in this sense took place during the Ottoman period. In this article, the stages of medical education given in madrasas during the Ottoman period went through the path of Turkishization, II. The development stages of the medical madrasas opened during mahmut period and the madrasas opened afterwards, sânîzâde Atâullah, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi and Cemaleddin Efendi, who striveon on the issue of Turkishization of medical education given in madrasas the work of Ottoman intellectuals. At the same time, the translation and copyright movements we perform in medical science are discussed on how the Ottoman medical literature emerged and consequently how the Ottoman medical terminology is affected.
Keywords:Studies of Ottoman Intellectuals on Medical Science, Ottoman Medical Terminology, TurkishIzation of Medical Language, Translation and Copyright Movements
GİRİŞ
Eski Anadolu Türkçesi döneminde XIII. Yüzyıldan başlayarak dini ve edebi birçok eserin yazılmış olduğu dikkate alındığında tıpla ilgili eserlerin oldukça geç bir dönemde yazılmaya başladığı görülür. Bunun en önemli nedeni Anadolu Selçuklu Devleti zamanında bilim dilinin Arapça olmasıdır.[1] Anadolu Selçuklu Devleti’nden sonraki dönemde kurulan Anadolu Türk beylikleri zamanında onlara atfedilen eserlerin Arapça ve Farsça olmalarından dolayı bu eserler ile Türkçe tercüme ve telif hareketi başlamıştır. Bu yıllarda Anadolu’da görülen medrese eğitiminin hızla yayılması ve öğrenci sayılarının artmasıyla ders kitaplarının Türkçe yazılması amaçlanmış ve bir adım daha ileri gidilmiştir. Ayrıca halkında anlayacağı düzeyde eserler yazılarak bu süreç devam etmiştir.
XIV. yüzyılda İslam tıp paradigması içerisinde ilk Türkçe tıp eserleri yazılmaya başlanmıştır. Türkçe tıp eseri yazma anlayışına bağlı olarak bu dönemde çoğu Arapça olan tıp terimleri sadeleştirilmiş, terimlere Türkçe karşılıklar bulunmuş ve yeni Türkçe tıp terimleri oluşturulmuştur. İslamî Dönem Türk tıbbının devamı olarak gelişen ve Eski Anadolu Türkçesinin zengin kaynaklarıyla beslenen Osmanlı Türkçesi döneminde ise eserler çoğunlukla Arapça yazılmıştır.[2]
Osmanlı tıp literatürünün ortaya çıkışı ile Osmanlıca tıp terminolojisinin oluşması birbirini etkilemiş ve gelişmeleri birbirine bağlı olarak iki temel safhada gerçekleşmiştir. Bu dönemlerden ilki İslam Medeniyeti ile klasik İslam kültür ve bilim geleneklerine dayalı olarak gelişmiştir. İkincisi ise Batı kültürü ve bilim anlayışı ile kaynaklarının Osmanlı medeniyetine tedrici şekilde girerek etkilerinin zaman içinde derinleşmesi ve 19. yüzyılda tamamıyla hâkim olmasıyla sonuçlanmıştır.[3]
Osmanlı tıp terminolojisinin oluşumundaki birinci safha, Anadolu beylikleri döneminde başlayıp ilk örnekleri XIV. yüzyılda yazılan Tuhfe-i Mübârizî ve İbnü’l-Baytar’ın Edviye-i Müfrede’sinin (Aydınoğlu Umur Bey’in emri ile) tercümesi, İshak b. Murad’ın benzer ad ile anılan eseri yine aynı yüzyılda yaşayan ve Hacı Paşa namıyla şöhret bulan Celaleddin Hızır’ın (1334- 1324) eserleri ile devam eden klasik İslam tıp literatürüne ve onun Arapça terminolojisine dayalı olan dönemdir.[4]
Müfredat tercümeleri ile Türkçe yazılmış Edviye-i Müfrede eserleri Türkçe tıp terminolojisi açısından çok önemli metinlerdir. Osmanlı tabipleri bu eserlerin birçok farklı teliflerini yazmışlardır. Sakızlı Hakîm İsâ (öl. 1059/1649), Ömer Şifâî (öl. 1155/1742), Mehmed Saîd Paşa (öl. 1175/1761), Fazlızâde Mehmed Çelebi (1177/1763’te sağ), Hüseyin Behzâde, Şânîzâde Atâullah (öl. 1242/1826) Müfredât-ı Tıp kitapları yazan tıp alimlerinden bazılarıdır.[5]
Özellikle bunların arasında Hezârfen Hüseyin Efendi’nin tıp terimlerinin tespitinde ve listeler halinde sunulmasında önemli hizmetleri olmuştur. Fihrîsü’l Ervâm ve Lisânü’l-Etibbâ adlı iki eserinde birçok tıbbî terimin Arapça, Türkçe, Farsça, İbranice ve Yunanca karşılıklarını vermektedir. [6]
Osmanlı döneminde ilk tıp lügatini hazırlayan ilim adamı Kaysûnîzāde Medyen b. Abdurrahman’dır (öl. 1044/1634). Kāmus el-Etibbā ve Nāmus el-Etibbâ adlı Arapça tıp lügati, Mehmed b. Ahmed. b. İbrahim El-Edirnevî (1088/1677’de sağ) tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir. Bu kitap Türkçede gerçek anlamdaki ilk tıp lügati olarak kabul edilebilir. [7]
Osmanlı Türkçesi tıp terminolojisinin oluşumundaki ikinci safha ise Osmanlıların Batı bilimi ile erken dönemde başlayan tercümelerin geniş bir derleme ve tercüme hareketine dönüşmesiyle yeni terminoloji oluşturma ihtiyacının ortaya temel bir problem olarak çıkmasıdır. [8]
XVIII. ve XIX. yüzyılda Avrupa dillerinden Osmanlı tıp literatürüne yapılan aktarmalar ve değişik kanallardan ulaşan tesirlerin neticesinde, Batı terimlerinin kullanılmaya başladığı ve yaygınlaştığı, yeni terimler ile eskilerin birlikte sözlükler halinde düzenlenmesine ihtiyaç doğduğu görülür. Bu ihtiyaca cevap vermek için, müellifini tespit edemediğimiz birçok Türkçe eser yazılmıştır. XVIII. yüzyılda yazılan Kamus el Hikme ve’l-Tıb, Lugat-ı Tıbb-ı Efrenci ve adı tespit edilemeyen tıp terminolojisini kapsayan başka bir eser buna birkaç örnek teşkil eder.[9]
XVII. yüzyıl Osmanlı ulemasından Şirvanlı Şemseddin İtaki’nin Teşrih-i Ebdan ve Tercüman-ı Kıbale-i FeylosofyanadlıDoğu ve Batıkarışımı olan eserinden ve aynı tarzdayazılan diğer eserlerden sonra, tamamen Batı tıp kaynaklarından hazırlanan ilk önemli çalışma, Şanızade Ataullah Efendi’nin(1771-1826) Hamse-i Şanızade adlı eseridir.[10]
Medreseden sonra Mühendis Mektebini ve Süleymaniye Tıp Medresesini bitiren Şanizade çok yönlü bir Osmanlı aydınıdır. Matematik kitabı çevirmiş, Cemiyet-i İlmiye adlı bir dernekte gençlere dersler vermiştir. En önemli yapıtı Hamse-i Şanizade adlı 5 ciltlik tıp kitabı olup bin sayfayı aşkın bu kitap Anatomi, Fizyoloji, Hekimlere Pratik Bilgiler, Cerrahi ve Bitkilerden İlaç Yapımına ilişkin birer ciltten oluşuyordu. Bu kitap yazarın ölümünden sonra açılan tıbbiyede bir süre temel eğitim kitabı olarak kullanılmıştır. Kitaptaki Türkçe tıp terimleri 1870’ten sonra yerleşen Türkçe tıp eğitiminin temelini oluşturmuştur.[11]
Şanizade gibi, klasik Osmanlı medrese eğitimiyle yetişmiş olup bazı Batı dillerini öğrenen ve tıp konusunda Türkçeye eser tercüme eden Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin de (1774-1834) benzer çalışmaları olmuştur.[12]
Tıphane-i Amire’nin ilk müdürü olan Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi daha önce de bir tıp okulu kurulması için çalışmış ve ilk olarak 1805 yılında Hekimbaşılığı döneminde, Kasımpaşa’daki tersanede gemilere cerrah yetiştirmek için eğitim dili İtalyanca olan Spitalya adlı küçük bir okul kurdurmuştur. Tersane Tıbbiyesi de denilen bu okul 1822’de bir yangınla kül olmuştur.[13] II. Mahmut döneminde Yeniçeri Ordusunun kaldırılmasıyla yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediyye adıyla yeni bir ordu kurulmuş ve bu ordunun hekim ihtiyacının olduğu; bu hekimlerin de Osmanlı tarafından yetiştirilmesi gerektiği fikri hâkim olmuştu. Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin girişimiyle bir tıp okulunun açılması kararlaştırıldı. Modern Askeri Tıbbiye’nin, Tıbhane ve Cerrahhane-i Amire’nin kurucusu Mustafa Behçet Efendi, Arapça ve Farsça’dan başka Fransızca, İtalyanca biraz da Latince bildiğinden bu dillerden birçok tercüme yapmıştır.
Değişik bilim dallarından yapılan tercümelerde olduğu gibi, Batı dillerinden kelime aktarmak veya adaptasyon yapmak arzusu, tıp sahasında da göze çarpan müşterek hususlardan birisidir. Batı dillerinden tıp sahasında ilk geniş aktarmayı yapan Şanizade, Mustafa Behçet Efendi ve Hayrullah Efendi (1818-1866) ile fen ve mühendislik konularında ilk kapsamlı aktarmaları yapan Mühendishane-i Berrii Hümayun’un baş hocaları Hüseyin Rıfkı Tamani ve öğrencisi İshak Efendi’nin (ö. 1834) terminoloji hususundaki tavırlarında benzerlik bulunduğunu kaydetmek gerekir. Batı bilim literatüründen geniş çaplı aktarmaları yapan bu ilk neslin öncüleri, Osmanlı medeniyetinin Avrupa medeniyeti karşısındaki temsilcileri olarak, Avrupa’ nın yeni bilgilerini kendi dünyalarının dilleri -kendi dilleri olan Türkçe ve terminoloji için zengin kaynak oluşturan İslam dünyasının klasik temel dili Arapça başta olmak üzere- ile ifade etmek arzusundadırlar.
Bu tavırların arkasında Avrupa ile aradaki bilgi açığını kapatırken, kendi bilim, kültür ve medeniyetlerini geliştirerek, onu hala hasım olarak gördükleri Avrupa’nın seviyesine ulaştırmak arzusunun yattığı söylenebilir.[14]
Çağdaş anlamdaki ilk tıp fakültemiz Tıphane-i Amire adıyla İstanbul’da 14 Mart 1827’de eğitime başlamış idi. Özellikle ordu için hekimler yetiştirmek amacına yönelik kurulan bu okulun açılışı hakkında Padişah II. Mahmut, sadrazama yazdığı mektupta şöyle der: ‘’Biz gerek askerimiz gerekse memleketimiz için iyi hekimler yetiştirip sağlık hizmetin gerekli olduğu yerlerde görevlendirmeli ve tıp bilimini kendi dilimizde öğretebilmek için gerekli kitapların yazılmasına çaba göstermeliyiz’’.[15]
Tıphane-i Amire’de eğitim 4 yıldı. İlk yıl Arapça, Fransızca, fizik, kimya; ikinci yıl Fransızca yanında anatomi, zooloji, botanik; üçüncü yılda genel sağlık ve askeri cerrahi; son sınıfta ise dahiliye, hariciye ve kadın-doğum dersleri yer alıyordu. Bu, çağı için son derece ilginç ve ileri bir eğitim programı idi. Temelde Fransız ve Alman tıp okullarındakine benzer bir eğitim idi.[16]
| YIL | ||||
| 1 | ARAPÇA | FRANSIZCA | FİZİK | KİMYA |
| 2 | FRANSIZCA | ANATOMİ | ZOOLOJİ | BOTANİK |
| 3 | GENEL SAĞLIK | ASKERİ CERRAHİ | ||
| 4 | DAHİLİYE | HARİCİYE (CERRAHİ) | KADIN-DOĞUM |
Tablo1: Tıphane-i Amire’de Eğitim Programı:
1831’de yalnızca cerrah yetiştirmek üzere Cerrahhane-i Mamure kuruldu, daha sonra bu okullar birleştirildi; bu dönemde II. Mahmut Avrupa’daki tıp fakülteleriyle yarışabilecek bir bina yapılmasını emretti. 1839 yılında şimdi Galatasaray Lisesinin bulunduğu yerdeki eski Enderun Mektebi, tıp fakültesi olarak düzenlendi. Klinikler, poliklinikler, öğrenci yatakhaneleri, derslikler düzenlendi; çok gelişmiş bir botanik bahçesi ve müze oluşturuldu. Fizik ve kimya laboratuvarları, kütüphane , bir basımevi kuruldu. Galatasaray’a taşınan bu okulun adı da Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane olarak değiştirildi.[17]
Okulun başına Viyana’dan Profesör Bernard getirilmiştir. Padişah, ölmeden bir ay önce okulun açılışında tıp eğitimini önemine işaret etmiş ve Fransızca olarak başlanan eğitimin daha sonra Türkçe yapılması konusundaki isteğini belirtmiştir. “Burada fenni tıbbı Fransızca olarak tahsil edeceksiniz. […]. Sizlere Fransızca okutmaktan benim muradım Fransızca tahsil ettirmek değildir. Ancak, fenn-i tıbbı öğredüp, refte refte kendi lisanımıza almaktır.”[18]
Padişah, eğitimin neden Fransızca başlayacağını açıklarken Avrupalıların önceleri Arapça yazılmış kitapları dillerine çevirip kullandıklarını ancak zamanla bilimsel gelişmelere göre kendi yapıtlarını ortaya koyduklarını, eğitimi de bunlara göre yaptıklarını belirtmekte ve Arapça kitapların batı dillerindekilere göre eksik olduklarını vurgulamaktadır. Bu yeniliklerin Arapça kitaplara eklenmesinin hem zaman alacağını hem de öğrencilerin en az 10 yıl Arapça öğrenmesi gerekeceğini ve ülkenin hekim gereksinimini göz önüne alarak bu yolu seçtiğini anlatır.[19]
Bu okulda tıp eğitiminin Fransızca yapılması Müslüman Türk öğrencilerin başarısız olmasına ve mezunların çoğunluğunu gayrimüslimlerin oluşturmasına yol açtı.Çözümün Türkçe eğitim olduğunu gören öğretim üyeleri 1857’de Mekteb-i Tıbbiye Nezareti’ne tayin edilen Cemaleddin Efendi tarafından mevcut öğrencilerin en kabiliyetli ve çalışkanlarından bir grubu eğiterek tercüme yoluyla Türkçe tıp kitapları hazırlayabilecek bir kadroyu oluşturmak üzere “mümtaz sınıf” adını verdiği bir sınıf açtılar. Bu sınıfın öğrencileri hocalarıyla birlikte Fransızca kitapları Türkçeye çevirmeye ve Türkçe tıp terimleri oluşturmaya başladılar.[20]
Bu dönemde hekimlik yabancılara ve gayrimüslimlere ait bir meslekti. Türkler bilimsel derneklerden adeta dışlanıyordu. Padişahın emriyle 1856’da kurulan Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane’nin 39 kurucusundan hiçbiri Türk değildi; 1906 yılında 288 üyesinin yalnızca 17’si Türk-Müslüman idi. Derneğin üyeleri eserlerini Fransızca yazıyor ve Fransızca bir tıp dergisi (Gazette Medical d’Orient) yayınlıyorlardı. 1857’den başlayarak 75 yıl süreyle yayınlanan bu dergide Osmanlı ülkesindeki sağlık sorunları ve tıp eğitiminin düzenlenmesine ilişkin İstanbul’da çalışan yabancı ve gayrimüslim hekimlerin görüşleri yansıtılırdı. Tıp eğitiminin Türkçeleştirilme çalışmaları bu hekimlerin egemenliklerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya getirdi ve Fransızca eğitimi sürdürmek istediler. Türkçenin tıp eğitimi için yetersiz olduğunu, bilim dili olamayacağını, Türklerin hekimlik gibi güç bir mesleği öğrenemeyeceklerini öne sürdüler. Beyoğlu’nda yayımlanan Fransızca gazetelerde, öğretimin Türkçe yapılamayacağı görüşünü savunan yazılar yazarak hekimliğin “yavan, ilkel bir dil olan Türkçe ile” anlatılmayacak ölçüde yüksek bir bilim olduğundan söz ettiler. Bunu desteklemek için yüzyıllardır medreselerde Arapçanın, yeni kurulan Mekteb-i Sultani’de de Fransızcanın eğitim dili olarak seçildiğini örnek gösteriyorlardı.[21]
Bu söylemlerinin ardından Padişahı etkilediler ve amaçlarına ulaştılar; Mümtaz Sınıf kapatılarak öğrencileri diğer sınıflara dağıtıldı. Ama tıbbiyelilerin çabaları bitmedi. Mümtaz Sınıf’tan yetişen Dr. Kırımlı Aziz Bey önderliğinde bir grup gizlice Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye adlı bir dernek kurarak Türkçe tıp eğitimine geçilmesi ve Türk tıp dilinin oluşturulması için gizli toplantılar, çalışmalar yaptılar. Toplumda ulaşabildikleri kesimlere bu işin önemini aktardılar.[22]
Kırımlı Aziz ve arkadaşları ‘’Ülkenin hekim gereksinimi ancak Türkçe eğitimle giderilebilir’’ konulu dilekçelerini Tıbbiye hocalarından otuzuna imzalatmayı ve 1867’de Türkçe eğitim verecek olan Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye adlı ayrı bir tıp okulu kurdurmayı başardılar. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binası içinde kurulan bu okul bir süre sonra Kadırga semtinde ayrı bir binaya taşındı ve halk arasında Sivil Tıbbiye olarak adlandırıldı. Sivil tıp okulunun Türkçe tıp eğitimindeki başarısı bu eğitimi savunanları haklı çıkarmıştı. Böylece II.Mahmut’un 1827’deki hedefine 1870 yılında ulaşıldı.[23]
Ayrıca Osmanlı tabipleri klasik İslam tıp literatüründe daha önce kullanılan bazı terimlerin kullanılışlarını daha belirgin hale getirmişlerdir. Böylece daha önce bilinen konularda yeni terimler türetmeyi öngörerek, mana karışmalarını önlemişlerdir. Mesela “inflammation” için eski Müslüman hekimlerin kullandığı verem kelimesi yerine iltihap kelimesini kullanarak böylece hem inflammation hem de tumeur manalarını ifade eden bu kelimeyi sırf ikinci manayı ifade etmek için kullanarak kargaşaya mahal vermeyecek belirginliği sağlamışlardır. Buna dayalı olarak da birçok hastalık isminin mukabillerini ilk defa onaya koymuşlardır.[24]
Osmanlı tabipleri, insan vücudundaki organların Türkçe isimleriyle birlikte Arapça isimlerini de kullanmışlar, ancak bileşik terimler kullandıkları zaman Arapça kelimeleri tercih etmişlerdir. Mesela Fransızca “foie” kelimesi için Türkçe ” karaciğer” ve Arapça “kebed” kelimelerinin karşılıklarını verirken , karaciğer hastalıklarının adlarını türetirken Fransızların ve diğer Avrupalıların milli lisanlarındaki karaciğer manasına gelen kelimeyi değil Latince olan “ hepat” kullanmışlar ayrıca Arapça “kebed” kelimesinin terkiplerini vazetmişlerdir. Bunun üzerine hepadodynia / veca-i kebed, hepatoemphraxis / insidad-ı kebed, hepatique arıery / şiryan- ı kebed ve hepatique conduit / mecra-yı kebed gibi yeni terimler türetmişlerdir.[25]
Osmanlı tabiplerinin karşılığını türetemedikleri terimleri ise aynen kullanma yoluna gittikleri görülür. Bu da en çok anatomi sahasında olmuştur. Müslüman tabiplerin bilmedikleri prostat ve pankreas gibi organların isimlerini, Osmanlı harfleriyle yazarak bu kelimeleri Türkçe sözlüğe yerleştirmişlerdir.[26]
Türkçe tıp eğitiminin başlamasıyla hızla Türk öğretim üyeleri yetişti, Türkçe yazılı eserler hızla arttı, 13 yıl içinde 62 kitap basıldı. Kırımlı Aziz ve arkadaşlarının kurduğu Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmani dönemin en önemli tıp sözlüğü olan Nysten’in Dictionnaire de Medecine’indeki tüm terimlere karşılık bularak 1873 yılında 640 sayfalık Lugat-ı Tıbbiye’yi yayınladı. 1902’de bu geliştirilerek 1253 sayfalık Lugat-ı Tıp çıkartıldı. Halkın sağlık alanında bilgilendirilmesi yönelik kitapçıklar da ancak Türkçe tıp eğitimine geçildikten sonra hazırlanabildi. Ancak reçeteler uzun yıllar boyunca Fransızca olarak yazıldı.[27]
Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye’nin bir kısmını ilk defa türettiği ve geri kalanını standartlaştırdığı binlerce tıp terimi ve onunla ilgili botanik, zooloji kimya ve fizik terimleriuzun süremüşterek terminoloji olarak,başta İstanbul olmak üzereOsmanlı İmparatorluğu’nun değişik eğitim kurumlarında kullanılmış ve bu terimlerkullanılarak orta,lise ve yüksekeğitim kurumlarında okutulan birçok derskitabı telif veya tercümeedilmiştir.[28]
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Mütareke yıllarında , İstanbul işgal altındayken yabancı ve gayrimüslim hekimler, yabancı dilde eğitime geri dönülmesi için çalışmalar yaptılarsa da Cumhuriyet’in ilanı ile bu hayalleri gerçekleşemedi. Türkçe eğitimi savunanları “hayalperestler” olarak gören ve Türkçe eğitim kararını “Türkiye’de askeri hekimliğin geleceği bakımından feci bir karar” olarak tarif eden Frenk hekimlerin sert muhalefetine rağmen , genç Türk hekimleri, Türkçe tıp eğitimini kabul ettirmişler, Türkçe tıp terminolojisini kurmuşlar ve Türkçe tıp literatürünü zenginleştirmişlerdir. Osmanlı literatüründeki basılı tıp eserleri listesinin incelenmesiyle görülebileceği gibi, 1871 yılından sonra tıbbın değişik konularına ait çok sayıda temel ders kitabı da basılmıştır. Askeri Tıbbiye’de eğitimin resmen 1870’te Türkçeleştirilmesinden sonra basılan tıp kitaplarının mühim örnekleri arasında terminolojinin Türkçeleşme gayretlerine şahit olunmaktadır.
Bilim dilimizi bilimimizle ilerletmedikçe yalnızca dili Türkçeleştirmek yetmez. Terimlerin Türkçelerini bulup kullanmak yanında kendi dilimizde bilim üretmek ve yayınlamak da gereklidir. Bu sebeple tıp eğitiminin Türkçe yapılması bunun için bir ön koşuldur.
[1] Zafer Önler, Celâlüddin Hızır (Hacı Paşa), Müntehâb-ı Şifâ I, Giriş-Metin, Ankara, 1990, s. IX.
[2] Meriç Üven, Eski Anadolu Türkçesiyle Yazılmış Tıp Yazmalarındaki Türkçe Organ Adları Üzerine Bir İnceleme, TÜBAR, XXVI-2009-Güz, Ankara, 2009, s. 110.
[3] Ekrem Kadri Unat, Ekmeleddin İhsanoğlu, Suat Vural, Osmanlıca Tıp Terimleri Sözlüğü, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2004, s. XIII.
[4] Ekmeleddin İhsanoğlu, “Tıp Dilinin Türkçeleşmesi Meselesi” , Osmanlılarda Sağlık, Biofarma İlaç Sanayii ve Ticaret A. Ş., İstanbul, 2006, s. 67
[5] A.g.e.
[6] A.g.e.
[7] Ekmeleddin İhsanoğlu, “Osmanlı Bilimi Literatürü”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti II, İstanbul, 1998, s. 420
[8] Unat, A.g.e., s. XV
[9] Ekmeleddin İhsanoğlu, “Tıp Dilinin Türkçeleşmesi Meselesi” , Osmanlılarda Sağlık, Biofarma İlaç Sanayii ve Ticaret A. Ş., İstanbul, 2006, s. 68
[10] Prof. Dr. Sabri Kemahlı, “Tıp Eğitimi ve Hekimlik Dilimiz Nasıl Türkçeleşti”, Tıp Eğitimi Dünyası / Eylül 2015 / Sayı 44 / s. 6
[11] A.g.e, s. 7
[12] Ekmeleddin İhsanoğlu, “Tıp Dilinin Türkçeleşmesi Meselesi” , Osmanlılarda Sağlık, Biofarma İlaç Sanayii ve Ticaret A. Ş., İstanbul, 2006, s. 68
[13] Prof. Dr. Sabri Kemahlı, “Tıp Eğitimi ve Hekimlik Dilimiz Nasıl Türkçeleşti”, Tıp Eğitimi Dünyası / Eylül 2015 / Sayı 44 / s. 6
[14] Ekmeleddin İhsanoğlu, “Tıp Dilinin Türkçeleşmesi Meselesi” , Osmanlılarda Sağlık, Biofarma İlaç Sanayii ve Ticaret A. Ş., İstanbul, 2006, s. 69
[15] Prof. Dr. Sabri Kemahlı, “Tıp Eğitimi ve Hekimlik Dilimiz Nasıl Türkçeleşti”, Tıp Eğitimi Dünyası / Eylül 2015 / Sayı 44 / s. 7
[16] A.g.e
[17] A.g.e
[18] Prof. Dr. Sabri Kemahlı, “Tıp Eğitimi ve Hekimlik Dilimiz Nasıl Türkçeleşti”, Tıp Eğitimi Dünyası / Eylül 2015 / Sayı 44 / s. 8
[19] A.g.e
[20] A.g.e
[21] A.g.e
[22] Prof. Dr. Sabri Kemahlı, “Tıp Eğitimi ve Hekimlik Dilimiz Nasıl Türkçeleşti”, Tıp Eğitimi Dünyası / Eylül 2015 / Sayı 44 / s. 9
[23] A.g.e
[24] Ekmeleddin İhsanoğlu, “Tıp Dilinin Türkçeleşmesi Meselesi” , Osmanlılarda Sağlık, Biofarma İlaç Sanayii ve Ticaret A. Ş., İstanbul, 2006, s. 72-73
[25] A.g.e
[26] A.g.e
[27] Prof. Dr. Sabri Kemahlı, “Tıp Eğitimi ve Hekimlik Dilimiz Nasıl Türkçeleşti”, Tıp Eğitimi Dünyası / Eylül 2015 / Sayı 44 / s. 9
[28] Ekmeleddin İhsanoğlu, “Tıp Dilinin Türkçeleşmesi Meselesi” , Osmanlılarda Sağlık, Biofarma İlaç Sanayii ve Ticaret A. Ş., İstanbul, 2006, s. 74-75
KAYNAKÇA
- KEMAHLI, Sabri: “Tıp Eğitimi Ve Hekimlik Dilimiz Nasıl Türkçeleşti”, Tıp Eğitimi Dünyası , Eylül 2015, Sayı 44
- İHSANOĞLU, Ekmeleddin: “Tıp Dilinin Türkçeleşmesi Meselesi” , Osmanlılarda Sağlık, Biofarma İlaç Sanayii ve Ticaret A. Ş., İstanbul, 2006
- İHSANOĞLU, Ekmeleddin: “Osmanlı Bilimi Literatürü”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti II, İstanbul, 1998.
Ebrar ERGÜL