TAHTA + FİKİR
1. Boşalan yağmura dayanarak yürüdü.
Düşünüp durdu “ben kimim ?”diye.
Bir paçavra mı,bir solgun çiçek ya da terk edilmiş masum kedi mi?
Kara kediler uğursuz derler değil mi? Tamam buldu işte,şuradan geçen bir kara kediydi artık.
Ağır ağır adımlar atıyordu. Saklanmak için yer aradığı belliydi. Gözleri onunla buluşunca anladı
belkide hüznünü.
Bu hayata fazla önem veriyordu sadece. Kuzeninin ona olan küçük hediyesini değerli bilecek
kadar vefalıydı oysa. Bir İstanbul gecesi kadar sakin, dolunayı kadar saftı yüreği.
Buluştuklarında Galata kulesini ile dolunay gibi güzeldi bakışları. Herkes gibi olmadığını
anımsadı sonra .
Herkes gibi gülmüyordu. Başka seviyordu İstanbul’u. Güzel kafeleri ile değil,kokusu ile
seviyordu.
Rengarenk giysileri değil, siyahı seviyordu.
Mevsimleri eşit, insanlı insan diye seviyordu.
Gözleri de başka bakardı onun.
Onun gözleri…
Kapıyı kilitleyip çıktı evden.
Asansöre bindi. İçindeki duygusuzluğa aynadan selam vermek istedi fakat ,bir anda kaçıp
gitmişti gözünün önünden. Çıkış kapısına yönelip ,etrafı cer çöp ile dolmuş hak ve hukuku
unutan komşuların camdan fırlattığı çorapların olduğu dar bir alandan geçmişti.
“Rezil insanlar!” Diye geçirdi içinden
On beş dakika sonra dolmuşa binmek için yol kenarında beklemeye koyuldu. Arabaların görüş
alanını kestiği için sinirlendi istemsizce. Nihayet parasını ödeyip oturmuştu koltuğa. Elini camın
kenarına dayayıp dışarıyı seyretmeye başladı. Yanında oturan teyzenin
– Sen kimlerdensin? Diye sorduğu ama bir yandan da parmaklarına bakarak yüzük var mı yok mu
diye süzdüğünü görmezden gelerek yumuşak dille cevap vermişti. Bir kaç can sıkıcı sorudan
sonra teyze ile yolları ayrılınca derin bir nefes verip yine aynı pozisyonunu aldı.
…..
– Ablaa! Abla aç gözünü ne olur ablaaaa!!!
Çok uzaklardan duyduğu bu ses kimin sesiydi. Gözlerini açmak için direndi fakat, başaramadı.
….
Otamatik sürgülü kapı hızla açılmasıyla irkildi herkes.
– Ne oldu? Nedir bu hal?
– Abi. Abi ablam! Kaza geçirmiş. Durumu çok çok kötü.
Hepsi birden telaşlanmıştı.
– Ne ne diyorsun sen! Nerede !
– Devlet Hastanesi’ne gidiyorlardı. Öyle dediler.
– Tamam sakin. Sakin olalım. Hastaneye gidelim. Ama ilk önce bir sakin olalım. Tamam mı
kardeşim.
– Teyzem . Teyzeme nasıl söyleyeceğiz?
– Sakin ol. İlk bir hastaneye gidelim. Duruma göre hareket ederiz . Hadi.
Hastaneye vardıklarında sedyede gördükleri karşısında şok olmuştu hepsi. Tanıdıkları o kız
olamazdı bu.
Yere çömelmiş,ellerini başına yaslamış Merveyi gördüklerinde kendilerine geldiler.
– yanlız bıraktım onu,yanlız bıraktım!
-Merve. Merve kendine gel.
– Gitmedim onunla. Kavga ettik. Ablamı yanlız bıraktım ben !
Vücudunun direnci bitmişti. Ve yığılıp kalmıştı yere.
Gözlerini açtığında başında annesini buldu Merve.
– Anne. Anne ablam nerde çıktı mı ?
Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş babasına baktı. Yüzünün rengi gitmişti, sakallarında
yaşlanmışlığın belirtini andıran adamın.
– Hala çıkmadı.
Kendine gelip ayaklarında koridordaki kalabalığa sessizce bakıp ilerledi ameliyathane kapısının
önüne. Herkes buradaydı. Hatta yakasına yapışıp hesap sormak istediği üvey amcası bile.
Ablasını üzen herkesten nefret ediyordu tek tek. Bir saat ,iki saat üç saat. Sahi kaçtı saat.
Doktorlar çıkmak bilmedi şu boğucu yerden.
Ameliyathane kapısı açılınca tüm bu düşünce karmaşasından kurtuldu.
Herkes nefesini tuttu. Kimsenin soru sormaya cesareti yoktu. Doktor ağır adımlarla yaklaştı tüm
bu kalabalık aileye. Onunda gözlerinde ki kan çanağında belliydi ne kadar yorgun olduğu.
Usulca tuttu elini adam. Doktor uykudan uyanır gibi oldu.
– Doktor . Kızım nasıl ?
Gözlerini uzun süre çekmedi yerden doktor.
– Kızıma ne oldu doktor.
– Siz annesi misiniz?
-Evet benim . Annesiyim.
Yutkundu ve konuşmaya başladı doktor.
– Kızınız çok zor bir ameliyatı atlattı.
– Oh Allah’ım sana şükürler olsun.
– Çok şükür. Ne zaman göreceğiz ablamı.
– Henüz değil. Biz ameliyata başladıktan sonra kalbi durdu. Uzun süre geri döndürmedik. Umudu
kesmiştim. ölüm saatini söylemeye başladığım anda birden hayata tekrardan döndü. Bir
mucize oldu sanki Kızınız çok değerli . Çok güçlü. O yaşamayı seçti.
Ben kızımı o ameliyat masasında yeni kaybettim. Bu yüzden siz, siz çok şanslısınız.
Gözlerinden akan yaşları gizlemek istedi.
– Hepinize geçmiş olsun.
Doktor yanlarından uzaklaşırken .
– Doktor bey,diye seslendi biri.
– Efendim.
– Ben . Sizin kızınız sayılırım. Ve size ablamı kurtardığınız için çok teşekkür ederim.
Yanına küçük bir kız çocuğu yaklaşmıştı ve elini tuttu doktorun.
– Üzülme şen. O ,o cennete ditti. Hiç korkmuyo oyda.
Doktor dizlerinin üstüne çöküp o küçük çocuğa sımsıkı sarıldı. O an herşey donmuştu. Ve hem
biz hemde okuyucu bu sahneyi asla zihnimizden cikartamayabilirdi.
Hayatta bazı insanların adı sanı bilinmez çoğu kez. Hatta o insanlar kendilerinin bile farkında
değiller kim bilir.
Kimsenin görmediği küçük ayrıntılar işte. O masada yatan kızda öyleydi. Kim olduğunu
bilmiyordu.
Bu hayatta amacı neydi? Ve kim içindi bu iç savaş.
İşte o günden sonra ,etrafında ki herkes el üstünde tuttu onu. Yaşama tekrardan ama zor
yollardan geçerek geri gelmişti.
Onu hiç yanlız bırakmadılar. Nefes aldığı sürece şukrettiler hergün.
Ama her canlı gitmeye mahkum ya . Aslında bu dünyada kişinin kendine ettiği kadar kimse can
yakmıyor.
İnsan ne yapıyorsa ,kendine yapıyor gerçekte.
Ve işte o kız. O günden sonra anladı kendinin değerini. Kimsenin ona değer vermesine gerek
yoktu aslında.
En büyük değer kendisiydi çünkü. En büyük yaşam ondaydı. Kalbinde , yüreğinde.
Artık kendisini acıtan her düşünceyi yok etmeliydi.
Farklı bakış açıları geliştirmeliydi. Kitaplarına daha farklı bakmalıydı.
Ve kahveyi de biraz şekerli içmeliydi.
Bir dünyanın yok oluşuna değil,yeni bir dünyanın yaşaması için çabalamalıydı. Aynada kendine
baktığında gülümsediği biri olmalıydı. O da kendinden başkası değil.
Şimdi kim olduğunu biliyordu. Güveniyordu kendine.
Adımları emindi. Sağlamdı.
Herkes gibi değildi o.
Ve olmayacaktı da…
Nisanur OYAN

