VAKT-E ZAMAN
Bazı cümlelerin altında kalmış gibi hissediyorum. Geçmişten geleceğe uzanabilecek ve derinlere işleyecek temelli izleri… Yoksulluğun, sefaletin, en ruhani haline bürünmüşçesine ilerliyordu, gündüzün en vuslat hali… Vaktiyle geldi o gün... Geçmişinden iz bırakacak, tüm saflığıyla alıp bir yerlere götürecekti, akışkanlığından tevazu göstermeyen zaman… Şimdi bırakıyor... aniden yükselişe geçen, grafiklerde hiçbir zaman dilimine sığmayan, ve ya bir şekilde ölçülemeyen berceste, kayıp gidiyor avuçlarından… Herhangi bir bedene bürünememiş, ahir zaman kokusuyla… Önüne en güzel ağaçların, en naif dallarından kopardığın , “Dünyaları verseydim de, daha da iyi hissetseydi.”dediğin yerdesin. Ey aklı perişan! Ey dilruba! Gitme! dedikçe gidiyorsun. Hangimizdi Aşk-ı derun, aşık-ı sadık… Kim yenildi söyle ufak bir elvedaya? Geri alınmayacak zamanı hangimiz işledi bu bir dakikalık eşref saate? Söyle de sözler , sen söyle de şu aciz , naçizade bedenim bir kez daha utansın ilk defa yenilmediğime… “Ben okuma bilmem arkadaş.! “deme bi kere olsun. Bırak tüm geçmişin izlerini, elinin tersiyle geriye doğru çek bütün dünayı. Ellerini takvaya bir kez daha kaldır. ey namütenahi! Hissettiklerinin arkasında yaşamak yerine, “Ben şimdi kime dert yanayım?” demeyi bırak ve uzat ellerini Rabbine… Bâki kalacak olan sen değilsin Ey dilhun! Savaşmayı bıraktığın an, Ne için? Kim için? Olduğu hiç farketmeksizin.. bir değil, bin defa yeniliyorsun vakt-e zamana…
Özcan YILMAZ

